Good Omens

MV5BOTI5Y2M3NmQtNDg5ZC00OTQ0LWEzOGYtMjM4Zjg0YzY0M2I0XkEyXkFqcGdeQXVyNjkwNzEwMzU@._V1_SY1000_SX675_AL_

1990 yılında Neil Gaiman ve Terry Pratchett’in birlikte kaleme aldığı efervesan apokaliptik Good Omens romanını ekrana taşıyan Amazon Prime ve BBC ortak oldukları bu projede oldukça başarılı isimlere yer vermiş. Filmin kadrosunda Jack Whitehall, Michael McKean, Miranda Richardson, Adria Arjona, Nina Sosanya, Ned Dennehy ve Ariyon Bakare yer alıyor. Ama elbette tüm kadro içinde başarısı ile diğerlerinden ayrılan isim David Tennant (Doctor Who ) oluyor.

Good Omens’ın çekimi Eylül 2017’de Londra’da başlamış ve toplam 120 günde yapılmış ve 11 aylık da bir post-prodüksiyon zamanı olmuş ve 31 Mayıs’ta da tüm bölümleri gösterime girmiş.

Dizi Cennet ve Cehennem arasındaki savaşı durdurmak için uğraşan Aziraphale (melek) ve Crowley’in (şeytan) başından geçen hikâyeyi anlatıyor. Yönetmeni Douglas Mackinnon hikayeyi, fantastik absürt komedi olarak veriyor ve yer yer çekim tekniği Tim Burton’un Beterböcek’ini anımsatıyor.

Dizide metafizik tartışmalar (Özgür İrade, Yaratılış, Cennetten Kovulma, Teodise, İlahi Hikmet ve Kader) naifleştirilerek esprilerin içine yerleştiriliyor ve hikâyenin sunuluş şekli bazen öyle absürtleşiyor ki sanki yönetmen dizinin kendisiyle de dalga geçiyor.

Dizinin metrekareye düşen espri sayısı hemen bütün komedi filmlerinde olduğu gibi son bölümlere doğru düşüyorsa da dizi oldukça eğlenceliydi. İzlenirli dizi.

https://www.imdb.com/title/tt1869454/?ref_=nm_flmg_dr_1

https://www.rottentomatoes.com/tv/good_omens/s01

BULUT VE BIÇAK

rüya halvetidir dervişlerin. büyüyünce ben de bulut olacaktım.
hatta ikinci kez bile çalacaktım kapıyı, bu çiğ eti korumakta olmasaydım kaburgamda 
iç sızısıyla uyanmayı unuttuğum sabahların göreceli kaybedenidir 
göğsüme kar konar erimez, seyreltilmiş seslerin müdavimiyim
her hâl’de sabiti mutlağı vardı, zamanla bilançosunu da duymadım
oysa “hüzün insanın kıyamıdır” derdi şeyhim

rıza oluşlar kemiğimde. damarımda hep res cogitans, çok makinadaki hayalet
sahi kaç kez düştüm ayağı kırık atlardan farkım yok
bari yürüdükçe kan dolsaydı ağzıma yumruklarımı sıkmadığım her yanlış yolda
şeyhim der ki “insanın kendine rahmeti başkasına olandan büyük olur”

insan bu. muayyen bir vakte kadar ayaklarını toprağa basar
rüzgar akıyordu ve kördüm iliklerime kadar
bilenmeliydim, kınımdan ince nakışlı Türkçe doğmuştum 
velveleydi yitik bozkırlarımın narası.  duyulurum. fakat anlamım nerede?
ham bile kılamıyordum varlığımı bulut değilim bıçak değil 
çukur gibi durup duruyorum kendi içimde

zaman fillini çekiyor gölge, kimyasında illeti var mı varoluşunun?
dağılmış akrepler gibi ruhumun her biri 
hala taşıyorum ama. eğer zübde-i alem bensem,  ha gölge ha ben 

karanlık çökmeden eve dönmeliyiz 

 

G.Esen

Yapay Zekanın Sağlık Hizmetlerinde Karanlık Tarafa Geçmesi Endişesi

Geçen yıl, Gıda ve İlaç İdaresi retinanın görüntüsünü yakalayabilen ve diyabetik körlük belirtilerini otomatik olarak tespit edebilen bir cihazı onayladı. Bu yeni yapay zeka türü, bilim adamları, beyin tomografisinden ciğerlerin filmlerine kadar çok çeşitli görüntülerde hastalığı ve hastalık belirtilerini tanımlaya bildiğinden medikal alanda hızla yayılıyor. Bu sistemler, doktorların hastaları geçmişte olduğundan daha verimli ve daha ucuz bir şekilde değerlendirmelerine yardımcı olacağına söz veriyor.

Benzer yapay zeka biçimlerinin, hastanelerin ötesinde sağlık düzenleyicileri, fatura şirketleri ve sigorta sağlayıcılar tarafından kullanılan bilgisayar sistemlerine taşınması muhtemeldir. Yapay zeka, tıpkı doktorların senin gözlerini ciğerlerini ve diğer organlarını kontrol etmesine yardım etmesi gibi, poliçe ücretlerini ve geri ödeme masraflarını belirlemede sigorta şirketlerine de yardım edecek.

İdeal olarak, bu tür sistemler sağlık bakım sisteminin verimliliğini arttıracaktır. Ancak Harvard ve M.I.T.’de bir grup araştırmacı, bunun istenmeyen sonuçlar doğurabileceği hakkında uyardı. Perşembe günü Science dergisinde yayınlanan bir makalede, araştırmacılar “ağır saldırı” ihtimalini ileri sürüyor – dijital verinin küçük parçalarını kullanan sistemlerin yapay zekanın hareket tarzını değiştirebileceğini hakkında. Örneğin bir akciğer taramasında bir kaç piksel değiştererek, sistemi olmayan bir hastalığı var gösterecek ya da olan bir hastalığı görmeyecek şekilde değiştirebilir.

 

 

haber

“Bilimcilik!”

aaa

Yazan: Stephen Law
Çeviren: Gülsüm Esen

 

Bilimcilik terimi bilim hakkında çeşitli konumlara atıfla kullanılır. Birincisi; gerçekliğe dair meşru soruların, yalnızca bilim tarafından cevaplanabileceğini savunan görüştür. Diğeri ise; gerçekliğin hakkındaki bir şeyin bilinebileceği ölçüde, yalnızca bilimin bu bilgiyi sağlayabileceği görüşüdür. Dinî, yeni çağ (new age), ruhsalcı ve diğer popüler ilahi ya da doğaüstü inanç biçimlerinin eleştirmenleri genellikle bilimciliği destekleyenler tarafından suçlanmaktadır. Suçlama genellikle, Eleştirmenlerin bilime uygun uzmanlık alanları olan konu ve meselelerin sınırlandırma hududunu ya da çizgisini geçtikleri düşüncesini ve onların hüküm verme kapasitelerinin ötesinde olduklarını içerir. İtham edilenlerin çoğu aşırı gururdan, biliminde hayal ettikleri şeyden çok “cennet ve Dünya’da daha fazla şey” olduğunu fark etmek için kibirli bir başarısızlıktan,  bilimin varsayımı olan, gerçekte, başka disiplinleri, araştırma biçimlerini ya da “bilme yollarını” kullanarak cevaplanabilecek sorulara cevap vermek için tek en iyi yol olduğu varsayımından suçlu bulunurlar. Dini, manevi, new age ve popüler ilahi ya da doğaüstü inançları tartışırken, “bilimin sınırlarını” belirten bu hudud, her zaman bağışıklık kazandırıcı bir rol oynar: bilimin neden bu tür inançlara tehdit oluşturduğunu açıklamak için. “Siz bilimadamları” diyor inananlar bu uzaklığa gelebilirsiniz, fakat daha fazla uzağa geçemezsiniz.”

Bu türden eleştirilerin bazı örneklerine bakmadan önce, bilimin sınırları ile ilgili kendi görüşlerimin bazılarını özetlemek istiyorum. Siz, bir felsefeci olarak filozofların işgal ettiği bazı entelektüel bölgeleri biçimlendirmek istememi ve aynı zamanda felsefi soruların ve problemlerin ya soru işaretleri ya da problemsiz oldukları ya da cevaplanacak sorular ve çözülecek sorunlar olduğu fikrine direnmemi de umuyor olabilirsiniz. Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım. Ancak, bilimin sınırları olduğunu kabul ediyorken, bu sınırların genellikle bilimsel reddedişe karşı inançlarının bağışıklığını kazanma yolları arayan dinler, new age ve diğer halklar için çok az rahatlık sunduğunu ileri süreceğim.

Felsefenin temelde bilimsel olmayan bir teşebbüs olduğunu varsaymak için bir durum eskizi çizmek istememin bir başka sebebi var: Kendi görüşlerim ile Richard Dawkins’in -bilimin yükünü arttıranlar arasında bir numaralı halk düşmanı- görüşleri ile karşılaştırıp kıyaslamamı sağlayacak ve Dawkins’in duruşunun niçin yaygın olarak varsayıldığı kadar ham bilimsel olmadığını açıklamama fırsat verin.

Bilimin Sınırları

 

Eğer bilimin sınırları varsa nereye uzanır? Aşağıda bilimin, geniş ölçüde varsaydığı, cevaplayamadığı iki tür soru bulunmaktadır.

1.      Ahlaki Sorular

 

Bilimin her meşru soruyu cevaplayabileceği fikrine meydan okumak isteyenler için, ahlaki sorular genellikle ilk çağrı noktasıdır. Hume bizim dikkatimizi -dir (is)/ malı (ought) farkına çekti. Ahlak, yapmamız gereken ya da yapmamamız gereken şeylerle ilgilidir. Öte yandan, empirik bilimler, yalnızca, ne durumda olduğunu ortaya koyabilmek için bağımsız olarak yetenekli görünmektedir. Ve durumun ne olduğu ile ilgili öncüller ( kuşkusuz saf empirik bilimin kurabildiği tür öncüller) ahlaki sonuçları desteklemek için rasyonel olarak başarısız görünür: ne yapmamız gerektiği ya da ne yapmamamız gerektiği hakkındaki sonuçlarda. Fakat öyleyse, bilimin en temel ahlaki sorularımızın çoğu için cevap sağlayamayacağı ortaya çıkar. Çünkü bilim yalnız olarak ne yapmamız gereken şeyleri ve yapmamamız gereken şeylerin hakkındaki gerçekleri doğrudan ortaya koyabilir ne de yapmamız gereken şeyleri ve yapmamamız gereken şeylerin hakkındaki sonuçları çıkarmamız için meşru şekilde bize izin verebilir.

            Bilimciliğin savunucuları çeşitli şekillerde karşılık verirler. Bazıları ahlaki problemlerin hakkında gayri meşru bir şey olduğunu iddia ederler (belki de anlamsızdır.) Ancak, ahlaki problemler anlamsız olarak görünmemektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, biz onların oldukça anlamlı ve soruları baskılayıcı olduğunu düşünürüz. Eğer onlar en nihayetinde gayri meşru ve anlamsızlarsa, bunun böyle olduğunu göstermek için bu yönde ilerlemeyi dileyen bilimcilik savunucularının çok fazla sorumlulukları var. Diğer bir seçenek ise dir/ malı farkını reddetmektir: bilimin ortaya çıkardığı gerçeklerin türünden bizim temel inançlarımızın çoğunu gerekçelendirebileceğinde ısrar etmek. Sam Harris (2012), Ahlaki Manzara (The Moral Landscape), son zamanlarda bu görüşün bir versiyonunu geliştirdi.

Burada dır/malı farkı ile ilgili bir görüş almayacağım, en azından ilk bakışta ahlaki soruların bilimin  yalnız olarak en nihayetinde cevaplayamayacağı sorular olduğu konusunu varsaymayı fark etmekten ziyade. Fakat elbette sonuç doğru olsa bile, bu bilim ahlaki bakımdan ilgisiz olduğunu takip etmez. Bilim, çoğu ahlaki inançları meşrulaştırmak ve bunlara meydan okumakta önemli bir rol oynama yeteneğini devam ettirir; daha da açıkçası, bunların gerekçeleri kısmen empirik varsayımlara bağlıdır. Eğer ben hem düşük zekâlı insanların oy kullanmamasına hem de kadınların düşük zekâlı olduğuna inandığım için kadınların oy kullanmaması gerektiğine inanırsam, o zaman benim gerekçelendirmem, kadınların düşük zekaya sahip olmadığına dair bilimsel kanıtlarla açıkça başarısızlıkla sonuçlanabilir. Benzer şekilde insanlığın gelişmesini sağlamanın ahlaki açıdan doğru olduğuna inanırsam o zaman insanların gerçekten gelişmesini sağlayan bilimsel bir araştırma ahlaki açıdan amacına uygun hale gelir. Bilim ayrıca, ahlaki sezgilerimizden en azından bir kısmının, sezgisel ahlaki yanıtlarımızı şekillendiren şeyin, bazı durumlarda, ahlaki açıdan alakasız olduğunu göstererek, güvenilmez olduğunu da gösterebilir. Ancak, bilimin ahlaki doğruları ve yalanları açığa çıkarmada nasıl önemli bir rol oynayabileceği yönündeki bu önerilerin, Hume’un tek başına bilimin herhangi bir ahlaki pozisyonu haklı çıkaramadığı sonucu ile tutarlı olduğunu unutmayın.

2.      Felsefi Sorular

 

Benim görüşüme göre, felsefi sorular, çoğunlukla, bilimsel ya da empirik olmaktan ziyade kavramsaldır ve felsefe yöntemleri, bilimsel ya da empirik olmaktan ziyade kabaca söyleyişle kavramsaldır.

İşte basit kavramsal bir bulmaca. Bir aile buluşması sırasında, aşağıdaki ilişkiler doğrudan mevcut olanlar arasında devam eder: oğlu, kızı, annesi, babası, teyze, amca, yeğeni, yeğeni ve kuzeni. Bu toplantıda sadece dört kişi var olabilir mi? İlk bakışta, orada sadece dört kişi olmak için kavramsal bir engel var gibi görünebilir – elbette, aralarında bütün bu aile ilişkilerinin devam etmesi için daha fazla insan gerekir. Fakat görünüş aldatıcıdır. Gerçekten de orada yalnızca dört kişi var olabilir. Var olan sadece dört kişinin kavramsal olarak imkân vermediği görmek için, ayrıntılara inmeli ve çeşitli kavramların içerikleri arasındaki bağlantıları keşfetmeliyiz. Bu, koltuğunuzun rahatlığından kaynaklanarak yapılabilecek bir şeydir.

Bu pek çok felsefi bulmaca benzer bir karaktere sahiptir. Örneğin Heraclitus ile ilişkili bu bulmacayı düşünün. Eğer siz bir nehire atladıktan sonra tekrar atlarsanız, nehir o arda değişmiş olacaktır. Böylece, aynı olmayacaktır. Ama eğer aynı nehir değilse de o zaman atladığınız nehir sayısı ikidir, bir değildir. Bizi sizin bir ve aynı nehire iki kez atlayamayacağınız paradoksal –gerçekten, saçma- sonucunu kabul etmeye zorluyor gibi görünüyor. Görünüşte ikna edici bu tür bir paradoks tarafından zorlanılıyor olmak ortak felsefi çıkmazdır.

Bu özel bulmaca oldukça kolay çözülür: Atlanılan nehir sayısı bir değil ikidir, hatalı bir çıkarım tarafından üretilir. Filozoflar özdeşlik (identity) ve benzerliğin (sameness) en az iki türünü ayırt ederler. Nicesel özdeşlik, nesnelerin sayısının tek olduğu yerde çift olmadığı anlamına gelir (akşam yıldızı Hesperus’un sabah yıldızı Phosphorus ile özdeş olduğu keşfettiğimiz gibi). Niteliksel özdeşlik aynı niteliği paylaşan iki objenin yerini tutar (örneğin iki bilardo topunun bir diğerinin moleküllerine aynı olması). Özdeşliğin her iki türü için atıfta bulunduğumuz “aynı” ifadesini kullanırız. Bu kavramsal açıklamayı yaptıktan sonra, şimdi paradoksumuzun belirsizlikle alışverişinin ürettiği argümanımızı görebiliriz. ikinci kez atlanılan nehrin kalitatif olarak aynı olmadığı doğru öncülünden niceliksel olarak aynı olmadığı sonucuna doğru bir kayma içerir. Akıl yürütmemizin her durumunda “aynı” kelimeleri kullandığımız için kusurları tespit edemiyoruz. Fakat şimdi paradoks çözüldü: o saçma bir sonucu kabul etmek zorunda değiliz. İşte kavramları açıp açıklığa kavuşturarak, klasik felsefi bir bulmacayı çözmek muhtemeldir. Belki de tüm felsefi bulmacalar bu gibi yollarla çözülemez, ama en azından bir tanesi çözülebilir. Bu yüzden bazı felsefi bulmacalar aslında doğada kavramsaldır ve bazıları (iyi, en azından biri), akıl veren ve kavramsal yöntemlerle çözülebilir.

Yine de basit bir şekilde başladım, bazıları önemsiz, felsefi bir örnek olabilir. Felsefenin sözde, örneğin zihin-beden gibi, zor problemleri nelerdir? Zihin-beden problemi veya en azından belirli versiyonları, aynı zamanda karakter bakımından kavramsal olarak görünmektedir. Bir yanda, eğer zihnin fiziksel üzerinde nedensel etkilere sahip olsaydı, o zaman fiziksel ile özdeş olması gerektiğini düşünmek için sebepler var gibi görünür. Öte yandan, zihni fizik ile özdeşleştirmek için kavramsal engeller var gibi görünmektedir. Elbette, bilim adamları zihinsel ve fiziksel arasında çeşitli ilişkiler kurabilirler. Argümanın hatrı için bir insanın acı çektiği her zaman C-sinir liflerinin ateşlendiğini ve bilimin onun aksini kabul ettiğini varsayalım. Bilim adamları daha sonra, bu özelliklerin onların kabul etmiş oldukları ile bir ve aynı özellikte olduğunu -Acı yalnızca C- sinir liflerinin ateşlenmesidir- kabul edip, ısının yalnızca moleküler hareket olduğunu ya da suyun yalnızca H2O olduğunu söyleyebilirler mi? Şart değildir. Bağıntı özdeş değildir. Sezgisel olarak açık şekilde C-sinir liflerinin ateşlenmesi gibi fiziksel biz özellik olamayacağı -bu özelliklerinin yalnızca bu yolla özdeşleştirilemeyeceği birçoğumuzun dikkatini çeker. Elbette, göz ardı edilen belli şeylerin sezgisi aldatıcı olabilir. Biz daha önce oğul kız ve benzeri kavramların aile toplantısında tam dört kişiden fazla olmak zorunda olduğunun görünüşte hatalı olduğunu görmüştük: Kavramları açtığımızda ve aralarındaki bağlantıları keşfettiğimizde, böylesi bir kavramsal engel olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Filozoflar, C-sinir liflerinin ateşlemeyle acıyı tanımlamak ya da başka bir fiziksel özelliği felsefi bir argümana dönüştürmek için bir akıl verme engeli (armchair obcstacle) bulunduğuna dair ortak sezgiyi keskinleştirmeye çalışmışlardır.

Örneğin Kripke’nin antifizikalist argümanını düşünün. Kripke’in argümanı, akılsız birisinin acısının (acı gibi hissedilen fakat acı olmayan -fiziksel özün altında olduğu için- şeyin yokluğu olan) kavramsal olarak imkansızlığını C-sinir liflerinin ateşlemesiz acının (C-sinir liflerim ateşlemiyor olmasında rağmen acı çektiğimi düşündüğüm bir durumu tasavvur edebilirim.) kavramsal olasılığının anlamsal (conceptual) olarak hariç bıraktığı fiziksel özün altında yatan C-sinir liflerinin ateşlemesine sahip acı ile birleştirdiği düşüncesini ortaya çıkarmaktadır (ki özdeşlik teorisi doğru olsaydı doğru olacaktı.)( Kripke 1981, Ders 3). Kripke burada fizikalizme karşı gerçek bir kavramsal engel tespit etti mi? Belki. Belki de değil. Belki de daha yakından incelendiğinde, böyle bir engelin olmadığı ortaya çıkacaktır. Bununla birlikte, bunu göstermenin tek yolu, mantıksal ve kavramsal çalışma aracılığıyla olacaktır. Aile toplantısında yalnızca dört kişinin olup olmadığı hakkındaki bilmecemiz ve aynı nehire iki kez girip giremeyeceğimiz hakkındaki bilmecemizin durumunda olduğu gibi, çözüm empirik olmayan mütefekkir koltuk felsefesi araştırmasına tutunmamızı gerektirir. İnsanların beyinlerinde, çeşitli zihinsel durumlara sahip olduklarında neler olup bittiğine dair daha fazla gerçek ve daha iyi bir anlayış oluşturmak, hiç şüphesiz, bilimsel olarak değerlidir, ama tek başına, böyle bir kavramsal engel var olup olmadığı sorusuna cevap vermemize izin vermez. Bu yüzden, mahiyetinde öz olarak kavramsal olan birçok felsefi sorun(en zor olanlarından en saçma olanlarına kadar), çözülmek için koltuk felsefesi ve kavramsal bir çalışma gerektiriyor gibi görünüyor. Bazıları çözülebilir ve hatta çözülmüştür bile (nehir ile ilgili bulmaca). Diğerleri belki de çözülebilir olmasına rağmen çözülemez. Ancak, en azından bazı felsefi problemlerin en azından bizim tarafımızdan çözülemez olduğu ortaya çıkabilir. Belki de bazı “gizemci”lerin önerdiği gibi bazı felsefi problemler çözümlere sahipse de onlar bizim insani bilişsel ve kavramsal idrakimizin ötesinde olan çözümlerdir.

Öyleyse, cevaplar talep eden ve empirik yöntemlerle değil, bilimsel yöntem olarak adlandırılan daha dar deneysel soruşturmayla bir yana bırakılan cevaplar olsa bile, cevaplanabilecek mükemmel sorular vardır. Birçok klasik felsefi problemi çözmek için laboratuvara değil, koltuklarımıza çekilmemiz gerekir.

Fakat tüm bunlar felsefe için mi var? Geleneksel olarak akademik felsefe ile ilişkili olan metafizik bakış açısı nedir? Gerçekliğin derin, metafiziksel yapısını araştırmak nedir? Bu tasarının genellikle, durumun ne olduğunu değil (bu empirik araştırmanın faaliyet alanıdır.), metafiziksel olarak nasıl olması gerektiğinin ayırt edilmesini içerdiği, yine koltuk filozofları tarafından, düşünülmektedir. Fakat filozoflar, gözleri kapalı ve iyi bir düşünceye sahip olarak koltuklarında otururken, bu tür saklı metafizik derinlikleri ortaya çıkarmak için nasıl donanımlı olabilirler?

Bunun, belli bilim çevrelerinde felsefeye dair büyük bir şüphe olmasının ana sebebi olduğuna inanıyorum. Eğer biz gerçekliği öğrenmek istiyorsak -şeylerin kendi aklımızın dışında nasıl olduğunu- kesinlikle empirik yöntemlere güvenmemiz gerekecek. Gerçekliğin doğasının ortaya çıkabilmesine neden olan, gerçek – başka bilgi yoktur -doğum mekanizmasına açılan başka tür bir pencere yoktur.

Bu elbette geleneksel bir empirisitin endişesidir. Empiristler, dünyanın en nihayetinde bizim duyularımız ( ya da bilimsel araçlar araçlığıyla ve tekniklerle geliştirilmiş duyularımız) aracılığıyla açığa çıktığında ısrar eder. Harici gerçeklik hakkındaki daha öte, derin, metafizik gerçekleri ortaya çıkarmak için koltuklarımıza otururken ekstra duyu, öğreti ya da kullanabileceğimiz sezgi formu yoktur.

Eğer yukarıdaki düşünce doğruysa, Koltuklarımızın konforunu asla terk etmeden atılabileceğimiz büyük bir metafizik keşif olarak tasavvur edilen felsefe, gerçekte büyük bir zaman kaybıdır.

Gerçekliği açığa çıkarmakta koltuk yöntemlerinin değeri hakkındaki bu kuşkucu görüşe açıkça sempati duyuyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse doğru olmasından şüpheleniyorum. Bu yüzden felsefenin yetenekleri konusunda oldukça mütevazı bir anlayışa sahibim. Evet, inanıyorum ki felsefi bulmacaları koltuk felsefesi yöntemleri ile çözebiliriz ve bu değerli bir egzersizdir. Bununla birlikte, biz filozofların, gerçeğin temel metafiziksel doğasını ortaya çıkarmakta gelişim gösterirken, sonrasında elde ettiğimiz şeyin ne olduğu çözümlediğimiz fikrinden şüpheliyim.

Dolayısı ile; belki de en azından bilimcilik hakkında çok haklı : koltuk felsefesinin felsefi yansıması tek başına bizim zihnimizin dışındaki gerçekliğin hakkında herhangi bir şey açığa çıkaramaz. Ancak, dediğim gibi, bu, böyle bir yöntemin değeri olmadığı anlamına gelmez. Sonuçta, bilim adamları bazen aynı yöntemleri, aynı bilimsel değere sahip sonuçlar kullanırlar. Galileo, Aristoteles’in ağır nesnelerin hafif nesnelerden daha hızlı düştüğü teorisinde doğru orantısında nesnelerin ağırlıklarının hatalı olduğunu belirlediği bir düşünce deneyini kurmakla tanınır. Galileo, Aristoteles’in teorisinin, biri diğerinden daha ağır olan iki topun farklı hızlarda düşeceğini öngördüğünü belirtti: daha ağır olan top, hızlı düşendir. Bu teori deneysel olarak test edilebilir, ve bazılarının Pisa Kulesi’nin tepesinden nesneleri bırakarak Galileo’yu test ettiğini varsayalım. Ancak Galileo’nun kendisi böyle bir deneyi kaydetmiyor. Onun yaptığı şey bir düşünce deneyi yapmaktı. Farklı ağırlıktaki varsayımsal topların şimdi birlikte zincirlenmiş olduğunu hayal etti.  Şimdi, tek ve daha ağır bir nesnede birleştirdikten sonra, Aristoteles’in teorisi birleştirilen topların bireysel olarak düştüklerinden daha hızlı düşeceğini öngörür. Ancak, daha hafif olan top, daha ağır olana göre daha yavaş düştüğü için, Aristoteles’in teorisi, daha hafif topun ağır topun arkasındaki zincire sıkı bir şekilde çekilmesini ve üzerinde fren yapmasını da öngörür. Fakat, o zaman birleştirilen toplar bireysel olarak ağır olanın yaptığından daha yavaş düşmelidir. Kısaca, Aristoteles’in teorisi zincirin etkileriyle ilgili bazı mütevazı varsayımlarla birlikte, mantıksal bir çelişki oluşturur. Böylece, bu doğru olamaz.

Elbette, Galileo’nun düşünce deneyi, Galileo’nun bu gibi topları serbest bıraktığında ne olacağını tahmin etmesine izin vermedi. Gerçekliğin nasıl ortaya çıktığını açıklamıyordu: serbest bırakıldığında bu tür nesneler, aynı ve farklı hızlarda düşebilir veya bir çift güvercin haline dönüşebilir ve gün batımına doğru uçabilir -En azından bazı örnekleri gözlemlemeksizin ne olacağını veya ne olmayacağını bilemeyiz. Sadece Aristoteles’in teorisinin, mantıksal çelişkileri içerdiği veya ürettiği sürece, doğru bir tanımın oluşturamayacağını ortaya çıktı.

Bu yüzden düşünce deneyleri ya da koltuk felsefesinin diğer formlarının yansıması bize şeylerin gerçekte nasıl durduğuna dair müstakil bir şey söyleyemezken, en azından gerçeklik hakkındaki güvenilir teorilerin yanlış olduğunu göstererek, önemli bilimsel ilerlemeler gerçekleştirmemize izin verebilirler. Galileo’nun düşünce deneyi bilim veya felsefenin bir örneği midir? Belki de o, bilimsel bir teoriyi -fiziksel nesnelerin nasıl davrandığı hakkında bir teori-  hedeflediği kadarıyla layıkıyla bilime aittir. Ancak, Galileo tarafından kullanılan aynı koltuk felsefesi yönteminin filozoflar tarafından da düzenli olarak kullanıldığına dikkat edilmelidir (koltuk felsefesinin yöntemlerinin meşruluğu hakkında daha fazla tartışma için bkz. Sorrell, bu kitap).

 

Bilim ve Felsefede Richard Dawkins

 

Şimdi Richard Dawkins’e dönüyorum. Dawkins’in bilimciliğe bağlılığı ne ölçüdedir? 2013’te bu konu üzerine onunla halka açık bir tartışmada bulundum (Dawkins ve Law 2013). Dawkins, “felsefenin bana bir konu (subject) gibi göründüğünü” kabul ederek başladı (Dawkins, bir konu olduğunu düşünmediği ve başka yerde, pek çok ilahiyatçının rahatsız olacağı gibi,  peri-lojiye benzettiği teolojiye zıttır.) Dahası, aile ilişkilerini içeren yukarıdaki örneğime benzer bir kavramsal bulmaca örneği sunulduğunda, Dawkins şöyle der; “ Bir kağıt ve kalemden çıkan bir şey gibidir… sen kafanda bilimsel bir araştırma yaparsın. (italik ifadeler benimdir.)” Ona göre, bu tür koltuk felsefesi, kavramsal etkinlik bilimdir: “İyi bilimin çoğu koltuklarda devam eder.” Ona akıl-beden probleminin kökende deneysel araştırmalar aracılığıyla çözülemeycek kavramsal bulmaca olduğunu, şayet mümkün olursa yalnızca koltuk felsefesi metotları tarafından çözülebilinecek bir problem olduğunu belirttiğimde Dawkins: “Bunun benim için bir anlamı var.” Diyerek yanıtladı (at 39. Dakika 50. Saniye) Dahası, felsefenin ne olması gerektiğini anladığımı itiraf ettikten sonra, “belki de bir bilim adamı olmak için dışarı çıkacağım” cevabını verdiğimde, “Tabii ki siz öylesiniz.” cevabını verdi (35.dakika).

Öyleyse, Dawkins anladığım ve savunmak istediğim çeşitteki gibi bir felsefeyi dışlıyor değildir. O, örneğin zihin-beden probleminin felsefi bir bulmaca olduğunu kabul eder – Bir bulmaca çözülecek olursa çözmek için koltuk felsefesi, kavramsal yöntemler kullanmamız gerekecek. Bununla birlikte, onun bilim anlayışı tüm bu faaliyetleri kapsayacak kadar esnektir, böylece tamamen kavramsal, koltuk felsefesi araştırması yapan filozoflar bile bilim insanları olarak nitelendirilebilir. Bunu söyledikten sonra, felsefenin şeylerin gerçekte nasıl olduğunu ortaya çıkarmayı hedefleyen bir aktivite olarak anlaşıldığı sürece, Dawkins, koltuk felsefesini bir zaman kaybı olarak reddedeceğinden şüpheliyim. Ama sonrasında, onun böyle yaparak haklı olduğunda da şüpheliyim.

Dawkins; “belki de bilimin erişebileceğinin ötesinde sonsuza kadar derin ve anlamlı sorular olduğunu” açıkça kabul etmekle kalmıyor, aynı zamanda ahlaki soruların bu kategoriye girebileceğini kabul etmekten de mutlu görünüyor. Ahlaki değerlerin soruları üzerine “ biz ahlaki değerlerin tartışmalı olduğu söylemesi için bizi bilgilendirmekte bilimin yetkisini en azından kabul edebiliriz.” (aynı eser) ( O, bu tür soruların hepsinin cevaplanabilir olduğunu düşünmemektedir.

Dawkins’in empirik metotların cevaplayamadığı ve muhtemelen cevaplayamayacağını ve belki diğer yöntemlerin çözüm olabileceğini kabul etmek için hazır göründüğü iki tür soruna –ahlaki ve felsefi- baktık. Bilimin tek başına cevap veremeyeceği ya da tamamen cevaplayamayacağı fakat diğer yöntemlerin çözebileceği soruların başka örnekleri olduğundan şüpheliyim. Bilimin tek başına cevap veremeyeceği (empirik araştırma biçimi olarak anlaşılan) yada tamamen cevaplayamayacağı fakat diğer yöntemlerin çözebileceği soruların başka örnekleri olduğundan şüpheliyim. [4] Ancak, ben sadece bu varsayılan tanımlara dayanacağım.

Perde

 

            Şimdi dinsel, yeni çağ (new age) ve popüler kutsal ya da doğaüstü inanca dönüyor ve bu tür inançları bilimsel bir bakış açısıyla eleştirenlerin genellikle bilimsel olarak suçlu olduklarını öne sürüyorum.

            Bu inançları savunmak için bilimciliğin suçlanmasını yapanların sıklıkla kullandıkları bir düşünce, gerçekliğin bir perde gibi bir şeyle bölünmesidir. Perdenin bir tarafında deneysel olarak gözlemlenebilir, araştırılabilir, maddi dünya uzanır. Diğer tarafta ilahi ya da doğaüstü bir âlem yatıyor. Bu âlemin ölenler, melekler, ruhani liderler, şeytani yaratıklar ve elbette tanrılar gibi çeşitli varlıkların meskûn yeri olması gerekiyordu. Bazıları tarafından esrarengiz kuvvetler ve enerjilerin de böyle bir perde arkasında çalışacak şekilde olduğu varsayılır. “Ötesinde” uzanan” şeyin bilgisinin dikkatlice bakmaktaki kabiliyetimize dayandığı varsayılır,  sadece belirsiz biçimde, bu perdeye ve diğer tarafta olanların gözümüze ilişmesinden elde etmemize rağmen. Genellikle bir tür süperalgı tarafından başlatılır. Örneğin; televizyondaki Psişik Sally diğer taraftan mesaj alabildiğini, iletişim kurabildiğini ve ölmüş olan kişilerin varlığı algılayabildiğini iddia eder. Diğerleri de koruyucu meleklerin, öteki ruhsal rehberlerin ve ya ruhsal varlıkların varlığını algılayabildiklerine inanırlar. Bazen de, iddiaya göre ötede olan şeyler için “algının kapıları” kimyasal yardım ile açılır. Antik Yunan’ın Delfi kâhini, bir yarıktan yükselen buharların üzerine yerleştirilen bir sehpaya üzerine otururken tanrı Apollo’dan haber alırdı. Bazı dindar insanlar, en azından bazımızın güvenilir bir şekilde işleyen Yahudi-Hristiyan Tanrı’sının kendilerinde ortaya çıkardığı bir tanrı-duyusuna ya da ilahi hisse (sensus divinitatis) sahip olduğuna inanırlar. Birçok kendi-şeklinde “manevi” halk ruhsalın, aşkınlığın bir türü olarak tecrübe edildiğini iddia eder. Bu, öznel tecrübeler aracılığıyladır ve belki de uzak taraftakiler aracılığıyla perdenin bu tarafındaki yüzüne sansıyan işaretler ve mucizeler, “ötesinde” yaşayanlar hakkında biraz en azından bilgi edinebileceğimiz işaretlerdir. Bu karşın, empirik bilimler perdeye nüfuz edemezler. Bu bilimlerin tam yetki sahası perdenin bu tarafındadır. Genellikle, onların inançları ile ilgili olarak bilimsel vasıtalarla “kanıtlanamaz” olan öteki şeyin perdekinden olduğu hakkında genel bir kabul vardır. Fakat sonra onlar hızla eklerler; bu inançlar bu vasıtalarla reddedilemezler de. Perde; her türlü bilimsel, empirik reddetmeye karşı “öteki” olan şey hakkındaki inançlara etkili şekilde bağışıklık kazandırmıştır. Bu iki alanın var olduğu düşüncesinin bir versiyonu, empirik bilim tarafından kullanılan yöntemlerin sadece birisini araştırmak için uygun olduğu,  din ve bilimin “örtüşmeyen hakim (non-overlapping magisteria)” olduğunu iddia eden paleontolojist Stephen J Gould tarafından sunulur. Örneğin; Din çağların, dertlere odaklanırken, bilim taşların çağları ile ilgilenir.

Din, Dünya’nın nasıl oluştuğu ve hayatın nasıl ortaya çıktığıyla ilgili sorulara cevap vermek için iyi donanımlı değildir. Bilimin yaptığı buna uygundur. fakat sonrasında, benzer şekilde, empirik bilimler anlam, değer yada Tanrı ve ruhun varoluşu hakkındaki problemleri açıklayabilecek bir konuma sahip değildirler. Böyle “büyük sorular”, bilimin değil, dinin yetki sahasıdır. Gould bilim için şöyle yazar;

Doğal dünyanın olgusal niteliğini belgelemeye ve bu olguları açıklayıp düzenleyerek teoriler geliştirmeye çalışır. Öte yandan din, aynı derecede önemli ama tamamen farklı, insan amaçları, anlamları ve değerleri alanını – bilimin olgusal alanlarının aydınlatabildiği, ancak asla çözümlemeyediği konularla çalışır. (Gould 20002, 4)

O özellikle, ruhun varlığını bilimin uygun sorumluluk alanının ötesinde uzanan araştırmaları olan bir şey olarak bahseder:

Ama aynı zamanda ruhların bilim mucizesi dışında bir konu olduğunu da biliyorum. Benim dünyam böyle bir fikri ispatlayamaz ya da çürütemez, ve ruh kavramı benim alanımı tehdit edemez ya da etkileyemez. (Gould 2012, 575)

Gould’un görüşüne göre, bilim ve din çatışmaya giremez ve giremez. Elbette, Genç-Dünya’nın kayalarının yaşı üzerine yaratılışıçı inançlar için tehdit olmasına rağmen, bilim dini inanç (doğru anlaşılan) için tehdit değildir. Genç Dünya yaratılışçılığı bilimin tam yetki sahası olan bölgeye dinlerin girişinin bir örneğidir.

Bu, Tanrılar, ruhlar, doğaüstü varlıklar ve benzerleri inanışların doğruluğu yalanlama, en azından bilimsel yalanlama için bir bağışık mıdır?

İlk olarak, bi çeşit kavramsal karışıklık ya da mantıksal çelişki içeren inançları göstererek tülün ötesinde uzanan şeyler hakkındaki inançları çürütmek muhtemeldir. Birisi Brezilya ormanlarında yuvarlak bir kare keşfettiklerini iddia etsin. Dünya matematikçileri bunu araştırmak için Brezilya’ya bir keşif gezisi düzenleyecek mi? Tabii ki hayır. Koltuk felsefesinin yardımlarından, Brezilya ormanlarında böyle bir şey olmadığını bilebilirler. Aynı şekilde, bilimsel bir kuramın mantıksal çelişkiler meydana getirdiğini göstererek reddedebiliriz. (Galileo’nun, Aristoteles’in düşen nesneler hakkındaki teorisine dair koltuk felsefesi reddini daha önce zaten belirtmiştik.) Ama öyleyse tanrı inançları da bu türden çelişkiler yaratabilir. Davranışlarında arzuları ve inançları gerçekleştirmek zorunda olması gereken fakat geçici olamayan (nontemporal) bir tür kutsal faile inanmak: Zamanımızda var olmayan, bizim yaptığımız gibi,  ancak zamanın yaratıcısı olan bir varlığa inanmaktır. Belki, inanç ve arzu gibi psikolojik durumların geçici bir süreye sahip oldukları düşünüldüğünde bu inancın bir anlamı olmadığını gösterebiliriz. O durumda,  söz konusu tanrının perdenin arkasında bulunduğu iddia edilmesine rağmen, böyle bir tanrıya inanmayı koltuk felsefesinin tesellisinden dolayı reddedebiliriz (Ben özel olarak bu tür reddetmelerin başarısını iddia etmiyorum; sadece, perdenin arkasındaki şeylere dair inançların böyle reddedilmesinin en azından muhtemel olduğunu belirtiyorum. ) . Böyle bir reddetme bilimsel midir? Bu reddedişe felsefi diyeceğim, fakat dikkat edin, biz Dawkins’in, kavramsal reddetmeleri bilim olarak değerlendirmek amacıyla, bilimi kullanmasınının koltuk felsefesi metotlarına izin verecek derecede esnettiğini görmüştük.

İkinci olarak; perdenin ardında olanlar hakkındaki inançlarımız doğrudan gözlemlenemez olmalarına rağmen, perdenin bu tarafında muhtemelen gözlemlememiz gereken ya da gözlemlemeli olduğumuz sonuçlara sahip oldukları için, onlar potensiyel ve empirik olarak yanlışlığı kanıtlanabilirdir. Bilim adamları gözlemlenemeyenler hakkındaki hipotezleri düzenli olarak onaylar ya da onaylamaz. Bu gezegenin uzak geçmişine dair hipotezler –bir zamanlar bu gezegende dinazorlar dolaşması gibi- de, bizim tarafımızdan zorunlu olarak gözlemlenemez gerçekliğin izlerine aittir. Ancak, bu tür hipotezler, gözlemle doğrulanabilir ve aslında çürütülebilir. Çünkü, eğer hipotez doğruysa da yanlışsa da, büyük olasılıkla gözlemleyebileceğimiz çok fazla şeyin var olması sebebiyledir (Belli bir çeşit fosilleşmiş iskelet, vb.) benzer şekilde, atomaltı parçacıklara ilişkin hipotezler gözlemlenemez gerçekliğin izlerine ilişkindir ancak yine de biz gözlemsel olarak elektronları Higgs bozonunu vb. doğrulayabilir ya da yanlışlayabiliriz çünkü bu hipotezler empirik olarak gözlemlerenebildikleri kadarıya sonuçlara da sahiptir.

Ama sonrasında, benzer şekilde, perdenin ardındaki bazı kutsal ya da doğa üstü alemdeki şeyler hakkında hipotezler de, perdenin bu tarafında görmeyi beklemeli olduğumuz sonuçlara sahip oldukları sürece, gözlemlenebildikleri kadarıyla empirik olarak doğrulanabilir ya da yanlışlanabilirdir. Eğer perdenin arkasında kozmik bir biblo olduğunu varsayarsam ve bunun hakkında onun etkisiz bir ıvır zıvırdan (thingummyjig) daha fazla şey söyleyemezsem, açık bir gözlemsel sonucu olmadığı için, bu gözlemsel olarak çürütmenin zor olduğu bir iddiada bulunuyorum gibi görünür. Ancak, “ötede” olan şeyler hakkındaki inançlarımıza daha fazla içerik eklediğimizde bu inançlar potansiyel olarak empirik açıdan doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir hale gelir. Örneğin; dilekçe dualarına (petitionary prayers )  cevap veren bir tanrıya inanmak bilimsel olarak araştırılmıştır. Dilekçe dualarının kalp hastaları – daha önce “şefaatle ilgili duanın tesirine dair kanıtları” öneren bir kardiyolog olan Herbert Benson’ın önderliğinde gerçekleştirildi ( Benson ve diğ. 2006). –  üzerindeki etkilerine ilişkin iki büyük ölçekli, milyonlarca dolarlık çalışma, duanın hastalar üzerinde yararlı bir etkisi olmadığını göstermiştir. Bu sadece duanın yararlı etkisinin ispatının yokluğu değildir, ki etkinin yokluğuna dair de kanıtlardır ve böylece bu kanıtlar dilekçe duasına cevapta bir tür yararlı etkiler üretmeyen bir Tanrı varlığına karşıdır.

İlgili Güçlerin, varlıkların ve benzerlerinin perdenin diğer tarafında olduğu düşünülmesine rağmen, çeşitli yeni çağ, ruhani ve diğerleri tarafından iddialar bilimsel olarak araştırılmıştır. Örneğin, kristalleri tutarken meditasyon yapmanın, perdenin diğer tarafında olan bazı güçler aracılığıyla, ruhani mutluluğu arttırdığını ve enerjiyi seviyelerini ile konsantrasyon gücünü daha çok yükselttiğini iddiasını alalım. Kristalleri tutarken meditasyon yapmanın bu etkilerin bilimsel olarak, University of London’daki Goldsmith Koleji Anomalistik Psikoloji Araştırma Birimi’nde yapılan bir çift-kör kontrollü deneyde araştırılmıştır  (Fransız, Williams ve O’Donnell 2001). Böyle bir etki bulunmadı (gerçek kristalleri tutanlar ile sahte kristalleri tutanlar arasında etkilenme farkı yoktu). Yine bu, perdenin diğer tarafında eylemde bulunan herhangi bir gücün varlığına karşı kanıttı.

Kutsal ile ilgili diğer iddialar da kanıtsal açıdan meydan okuyucu gibi görünür. Örneğin; dünyanın âlimi mutlak, kadiri mutlak ve sonsuz kötülüğün sahibi olan kindar bir ilahın yarattığı iddiasını ele alalım. Eğer perdenin arkasında böyle bir ilah varsa, elbette şeyler deneysel olarak gözlemlenebilir olan bu tarafta oldukça farklı görünmelidir. Evet, acı ve ıstırap var fakat kesinle burada çok fazla sevgi, kahkaha, dondurma ve gökkuşakları böyle fevkalade kötücül bir varlığın yaratılması için var. Fakat biz oldukça makul şekilde gözlem temelinde bu tür bir kutsalı kabul etmiyorsak, niçin aynı temelde benzer şekilde her şeye gücü yeten, her şeye kadir ve son derece yardımsever bir tanrının varlığını reddedemiyoruz. Cevap; dünyanın böyle bir tanrının eseri olması için, burada çok fazla acı çekenin olmasıdır. Bunun, bu iki tanrı[5] inancının etkili bir reddi olduğunu varsayarsak, bu bilimsel bir itham mıdır?  Kesinlikle bilimsel olarak temellendirilir. Ancak, son bir kaç yüz yıldır gelişen bilimsel kurumlar ve bilimsel metotları içeren bir bilimsel çürütmeyi anlarsak, bu bilimsel görünmeyecektir. Bu yöntemlerin ve kurumların gelişmesinden çok önce sunulmuş olabilecek son derece etkili sağduyulu (commonsense) bir çürütme türünün çeşididir. Diğer bir örnek: Etrafınızda dönerek ve sizin gömleğinizi yoklayarak gömleğinizin altında bir kedi olduğunu iddianızı empirik olarak etkili bir şekilde çürütebilirim. Eğer şüpheli bir şişlik bulmazsam ya da “miyav” sesi duymazsam, gömleğinizin altına bakmadığım halde orada bir kedi olmadığına inanmak benim için mantıklıdır. Bu sizin iddianızın bilimsel olarak başarılı bir şekilde çürütülmesi midir? Hayır, demeliyim. Bu demek değildir ki; her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve son derece yardımsever bir tanrının varlığına karşı kötülük argümanı bilimsel bir biçim alamayacaktır. Dünyanın çektiği acının büyük bir kısmı bilim tarafından ortaya çıkmıştır (reveal). Örnekler insanın görülmesinden önce yüz milyonlarca hayvan acılarını ve beş yaşına ulaşmadan önce ölmekte olan çocukları (genellikle oldukça korkunç, hastalıktan, yetersiz beslenmeden, vs.)  her insan neslinin yaklaşık üçte biri kadar iki yüz bin yılı kapsamaktadır.

Bilimin ya da empirik araştırmanın, perdenin ardında yatan ile ilgili inançalarımızı tehdit edebileceği bir diğer yol, bir varlık hissi içeren öznel tecrübelerin temelindeki bu tür inançların şekillendirirken, yüksek oranda hataya meyilli oluşumuzun ispatını sağlaması aracılığıyladır (TV’deki Psişik Sally’nin deneyimleri gibi.) Belki, önümde uzanan bir yılanı görür gibi olduysam, benim için orada bir yılan olduğuna inanmak, diğer şeylerle eşit derecede, makuldür. Fakat, eğer, güvenilir bir kaynak tarafından son derece inandırıcı görünen yılan halüsinasyonlarına sebep olan bir ilaç verildiği söylendiyse, orada bir yılan olduğuna inanmak benim için artık makul değildir. Tabii ki, hala bir yılan olabilir, ve gerçekten, bir yılan olduğuna dair inancım algısal kabiliyetimin (belki de uyuşturulmuş olduğum için yanıltılmış ve sadece normal bir şekilde gerçek bir yılanı gözlemliyorum.) işlevine güvenim aracılığıyla meydana gelmiş olabilir. Fakat bu yeni kanıtlar göz önüne alındığında orada bir yılan olduğuna inanmak benim için artık makul değildir. Ancak sonrasında, benzer şekilde bilim, yalnızca öznel bir varlık algısında temellendirilen bu inançlar söz konusu olduğunda insanların görünmez faillerin (tanrılar, hayaletler, ruhlar, melekler, iblisler, ölenler vs.) varlığında yapısal olarak hatalı inançlara meyilli olduklarını meydana çıkarabilir.  Bu koşullar altında, artık yalnızca öznel bir varlık algısıyla verilen bu tür fir faile olan inacımı kesinlikle makul ölçüde koruyamam. Tanrının hayaletin ya da butürden bir şeyin olmadığının kanıtı buradadır fakat benim öznel algım artık güvenilebilinir değildir. Eğer öznel bir varlığın algısı inancım için tek temel ise, o halde inanmayı bırakmalıyım.

Özetlemek gerekirse, “bilimin sınırları” olabilirken, muhakkak ki sadece son bir kaç yüzyıldan beri geliştirilen metotlara ve kurumlara dayanan empirik araştırma biçimi olarak anlaşıldığında; yalnızca bilimsel çürütmeyi bir kenara bırakalım, empirik araştırma, , dini inançların, yeniçağ inançlarının, doğaüstü ile ilgili inançları ve benzerlerinin çürütmeye karşı bağışık olduğunu takip etmez.

Tanrı Yanılmasında Dawkins’in Argümanı

 

 

Bir kısmını kısaca inceleyeceğim Dawkins’in Tanrı Yanılgısı kitabı pek çok bilimcilik suçlamasını kışkırttı. Metnin asıl amacı, muhtemelen hiçbir Tanrı’nın olmadığını göstermektir. Dawkins, bir tür akıllı tasarımın ürünü olmasa bile, son derece beklenmedik görülebilinecek evrenin özelliklerine dikkat çekerek Tanrı inancını gerekçelendirmeyi, amaçlayan tasarım argümanını eleştirir. Bu tür bir argümana karşılık olarak Dawkins, teistlerin varsayımsal olarak başkaca evrenin olanaksız özelliklerini açıklamak için Tanrı’ya başvurduklarında, başvurdukları, açıklama için çağırılan tanrının en azından karmaşık ve olanaksız olmalı olduğu gerçeğini gözden kaçırırlar:

Bir tasarımcı tanrı, organize karmaşıklığı açıklamak için kullanılamaz. Bir tasarımcı tanrı, organize karmaşıklığı açıklamak için kullanılamaz çünkü herhangi bir şey tasarlama yeteneğine sahip herhangi bir tanrı, kendi hakikatini de aynı türden bir açıklama talep edecek kadar karmaşık olmalıdır. Tanrı bizim kaçamayacağımız sonsuz bir gerileme sunar. (Dawkins 2006, 136)

Bu tür özelliklere sahip olan evrenin tesadüfen oluşması son derece olasılıksız olduğu takdirde, Dawkins’e göre, bunun bir tür karmaşıklığı olan bir tanrının varlığının daha da imkânsız olması gerekir. Böylece Tanrı’yı dâhil ederek, yalnızca bu tür karmaşıklıkları açıklama problemini erteleriz. Fakat o halde; evrenin karmaşıklığı Tanrı’yı dahil etmek için bir gerekçe sağlamaz. Daha da kötüsü, eğer teist bu haklıysa ve bu türden bir karmaşıklığın meydana gelme olasılığı düşükse, o zaman aynı mantıkla, Tanrı’nın varoluşun olasılığı daha da düşük olmalıdır.

            Dawkins bu argümanın bilimsel olduğunu öne sürüyor, ama öyle mi? Neden Dawkins Tanrı’nın en azından açıklamaya başvurulduğu kadar karmaşık olması gerektiğini varsayar?

….

….

makelenin devamı için: Stephen Law, “Scientism!”, Science Unlimited? The Challenges of Scientism. Ed. Maarten Boudry and Massimo Pigliucci. 118-140. Chicago: University of Chicago Press, 2018.

link:
https://www.press.uchicago.edu/ucp/books/book/chicago/S/bo27128704.html